Marka ve İmza


Marka giymenin hususi değil umumi bir şey olduğunu; marka ve imzanın iki ayrı zihniyeti temsil ettiğini söylesem.
Zevki olanların terzisi olduğunu desem. Terziler birer sanatkârdır ve imzaları vardır değil mi?
Oysa marka kolektif bir çabanın ürünüdür. Aslına bakarsan o da bir nevi konfeksiyon. Marka sahibi şirket, markalı pantolonu giyen erkeği veya marka parfüm sürünen kadını bütün dünyadan devşirdiği sürüsüne katıyor.
Kovboyların sığırları damgalaması gibi. Marka hegemonik bir şey. İnsanlar makineye nasıl güle-oynaya teslim olmuş ise markaya da öyle tapıyor.
Bu tam bir mistifikasyon. Marka giyerek sürüden ayrıldığını sanıyorsun. Farkı farkedin, diyorsun. Heyhat! Bu aldanışın daniskası. Gerçekte sen de bu markanın bir neferi oluyorsun.

Oysa imza şahsî ve muhteremdir. Tektir, biriciktir. Ecdadımız içinde bazı sanatçılar benlik davası gütmek için eserlerinin altına imza atmamıştır. Var olmak, kesretten kurtulup vahdete erişmektir.
“Ah teslimiyet” sözü bu manadadır. Meselâ dünyadaki onca minare arasında Türk minaresi bir imzadır. Uzakten gördüğünüz bir beldede Türk minaresi varsa, ecdadımız oraya bir imza atmıştır.
Marka insanların şahsiyetini siler, onları tek-tip yapar. İmza çeşitliliktir. Şahsiyetin muhafazası, kimliğin ispatıdır. Türk minaresi milletin imzası ise her minare camiyi yapan mimarin imzasını taşır.
Her caminin minaresi farklıdır.
Mustafa Kutlu – Huzursuz Bacak. S: 98


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir